Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Yayınladığımız bir önceki yazımızda “batırma,bahane bulma,yansıtma,ödünleme ve yüceltme” mekanizmalarının hem tanımlarını vermiş hem de örnekleri ile kullanım alanlarına değinmiştik. Bu yazımıza da kaldığımız yerden devam ediyor ve altıncı savunma mekanizması olarak “karşıt tepki geliştirme”yi ele almak istiyoruz. Adından da anlaşılacağı üzere bu mekanizmayı kullanan birey vermek istediği asıl tepkiyi göstermek yerine tam tersi bir tepki geliştirmekte ve niyetini gizlemektedir. Bir nevi iki yüzlülük olan bu mekanizmanın özü, hislerini gizlemek ve farklı davranmaktır. En masum şekilde yeni doğmuş kardeşlerini kıskandıkları ve aslında onlardan nefret ettikleri halde onları çok seviyormuş gibi görünen çocukların tepkilerini bu mekanizmaya örnek olarak verebiliriz. Elbette ki bu masum örneğin dışında çevremizde hiç de öyle masum olmayan binlerce örnekle karşılaşmaktayız. Özellikle süfyanilerin halka karşı yaklaşımlarında bu mekanizmanın örneklerini çok fazla görmekteyiz. İmkan bulsalar hükmettikleri halkları “bir kaşık suda boğmaktan” çekinmeyecek olan süfyaniler, kameralar önünde gayet yapay, sahte ve samimiyetsiz bir tavırla bazen halka gülmekte, hatta istemeye istemeye çocukların başını okşamaktadırlar. Oysa başka zamanlarda aynı halka en galiz hakaretleri yapmaktan bir an dahi geri durmamakta, açıktan halka küfreden kendi uşakları olan “iş” adamlarına (!) bu küfürlerini ödüllendirmek adına milyarlık ihaleleri verebilmektedirler.
Bu mekanizmanın bir diğer ortaya çıkış şekli kendisinin meylettiği kötü bir durumla ilgili başkalarını suçlar gibi görünerek asıl hissiyatını ve tıynetini gizlemektir. Mesela hırsızlığa meyli olan ve işin aslı hırsız olan kişinin, hırsızlığı kötülemesi ve kınaması gibi. İktidarında bulundukları sistemde her türlü faizin dibine vuran, içkiyi, kumarı yaygınlaştırıp zinayı serbest bırakan ve halkın da tüm bu günahlara sapmasına ve batmasına neden olan süfyanilerin “faiz” lobisinden bahsetmeleri, içkinin kumarın zararlarını anlatan bel’amları piyasaya sürüp halkı uyuşturmaları, bütün planlarını uyguladıkları siyonist mahfillere “one minute” demeleri bu mekanizmanın bariz örneklerindendir. Halka sirayet eden kısımda ise, “balık baştan kokar” misali, başta bulunanlara ayak uyduran halkın bir bölümünün memleketin bütün varlığını yağmalayanlara sevgi besleyip, açlıktan dolayı çalmak zorunda kalanlara veryansın etmeleri, faizi, içkiyi kumarı ve bütün günahları meşrulaştıranları görmezden gelip, bu günahların kötülüğünden bahsetmeleri örnek olarak verilebilir. Biat ettikleri süfyanilerin iki yüzlülüğünü görüp, görmezden gelerek kendi hayatlarında da iki yüzlülüğü ve dönekliği şiar edinen bireylerin söylediklerinden daha ziyade yaptıklarına bakmak daha önemlidir bunun için.
Yedinci sırada olan mekanizmamız “özdeşim kurma” mekanizmasıdır. Bu mekanizmanın özelliği ya başkasının beğenilen özelliklerini taklit etmek ya da başkalarının başarılarıyla övünmektir. Süfyanilerin fikri tarruzlarına maruz kalıp düşünme yeteneğini yitiren halkların genel özelliği, başta bulunanların giyim kuşamından tutunda konuşmalarına kadar taklit etmeleri ve kendi ezilmişliklerini, kendilerini ezenlerin yine kendi sırtlarından kazandıkları ile övünerek telafi etmeye çalışmalarıdır. Son yıllardaki örtünme ve başörtüsü hakikatinin nasıl aslından uzaklaştırıldığını ve nasıl asıl mecrasından saptırılıp moda haline getirildiğini, bu akımın kimlerin taklidi ile başlatıldığını analiz eden herkes, bu mekanizmanın taklit kısmını bir nebzede olsa idrak etmiş olacaktır. Şekillendirmek istedikleri toplumları süfyaniler, önce komplekse sokmakta sonra da örnek olarak kendi yaşantılarını sunmaktadırlar. Bunu bilmek bile yeterlidir. Başkalarının başarılarıyla övünme mevzusuna gelince, hayatı boyunca asgari ücrete mahkum kalanların, kendilerine ait ne varsa süfyanilerin eliyle sermaye sahiplerine peşkeş çekilenlerin, süfyanilerin ve onların uşaklarının ekonomik olarak büyüdüğüne işaret eden rakamlarla övünüp süfyanilerin bu başarılarını sanki kendi başarılarıymış gibi bizlere sunmaları yeterli bir örnektir aslında. Kendileri yokluk deryasında boğulanların, varlığın kitabını yazanlarla övünmeleri ise yeterince acıdır zaten.
Hepimizin yakından bildiği bir diğer mekanizma “hayal kurma” mekanizmasıdır. Tanımına dahi gerek yoktur diye düşünmekteyiz. Bireyin kendini olduğu gibi değil olmasını istediği gibi düşünmesi tanımı bu mekanizmayı açıklamak yeterlidir. Bireysel yaşantımızda ara sıra başvurduğumuz bu yöntem, kısa süreli olarak bizleri rahatlatsa da gerçek hayata dönüşümüz uzun sürmemekte ve acı veya tatlı var olan yaşantımızı devam ettirmekteyiz. Süfyaniler ise iktidarlarını gasp ettikleri halklara, hiçbir zaman sahip olamayacakları hayatları, dizilerle, filmlerle sunarak onları uyuşturmakta, binbir türlü sıkıntıyla mücadele eden halklar tv, futbol vs. gibi araçlarla uyuşturulunca sanki apayrı bir dünyaya geçiş yapmaktadırlar. Böylece gerçekle bağı kopan ve suni rahatlama yaşayan halkların, sistemi sorgulama bilincinden uzaklaştıkları, aksine kendilerini bu hale getiren süfyanilere daha da fazla bağlandıkları gözlenmektedir. Üretilen çeşitli şans oyunlarıyla hem kumara alıştırılan hem de, ha bugün ha yarın zengin olacağı hissi aşılanan bireylerin artık itiraz edebilecekleri bir mevzu da kalmamaktadır. Devlet olarak ise süfyaniler, büyük şeytana ve siyonizme olan uşaklıklarından dolayı kendilerine verilen görevlere bakarak bir anda hayal dünyasına geçiş yapmakta ve tüm müminlerin kendilerine kandıklarını düşünüp, ümmetin liderliğine soyunmaktadırlar. Oysa ümmet nifağın farkına varmış ve bu tür süfyanilerin oyunları deşifre olmuştur. Kendi oluşturdukları yalan dünyalarından reel hayata geçişleri de uzun sürmeyecektir.
Dokuzuncu mekanizmamız “kaçma” mekanizmasıdır. Bu durumda birey olabildiğince vurdumduymaz hale gelir ve sorunları çözmek yerine o sorunlar hiç yokmuş gibi davranmayı tercih eder. Sorumsuzluk hissiyle somutlaşan ve “neme lazımcılık” ile tanımlabilecek olan bu tutumun sahipleri, bireysel hayatlarındaki hiçbir sorunu umursamadıkları gibi, toplumsal hayata karşı da ilgisizdirler. Hiçbir sorun onların değildir ve zaten ortalıkta sorun da yoktur. Sorun yok sayılınca çözmek için gayret sarfetmenin de manası yoktur. Sürekli sorunlardan bahsedenler ortalığı tabiri caizse boşuna velveleye verenlerdir. Sonuçları bakımından en tehlikeli mekanizmalardan biridir bu. Mesela hasta olduğunu kabullenmeyen şahsın o hastalığa yönelik hiçbir tedbir almayışı, hastalığın ilerlemesine ve o şahsın belki de ölümüne neden olacaktır. Toplumsal sorunlar karşısındaki “kaçma” da toplum açısından aynen bu sonuca neden olabilmektedir. Süfyaniler, duyarsızlaşan ve vurdumduymaz hale gelen bireylerin sayısının artmasını canı gönülden isterler. Böylece ne yaparlarsa yapsınlar, hesap soracak kimsenin olmaması veya hesap sormak isteyenlere destek olacak kimsenin bulunmaması iktidarlarının devamı anlamına gelecektir.
“Kaçma” halinin esaretine girip, rahatlarını bozmaktan fena halde korkan bireylere, ne zaman toplumsal sorunlardan, hırsızlıktan, zulümden, gasptan bahsedecek olsak “Çok abartıyorsunuz. Namaz kılıyor, oruç tutuyorsunuz. Yediğiniz önünüzde yemediğiniz arkanızda. Allah’tan daha ne istiyorsunuz” türünden cevaplara muhatap oluşumuz az değildir. Bu tiplere sunulan hiçbir delil onların harekete geçmesine neden olmadığı gibi, onların daha fazla sistemin kucağına düşmesine neden olmaktadır. “Montajdır” gibi sihirli bir sözcüğü keşfettiklerinden beri, daldıkları kış uykusundan uyanma ihtimalleri neredeyse kalmamıştır. Aslında sorunu fark etseler bile o sorunun çözümü için harekete geçme mecburiyeti bunları rahatsız etmekte, var olan görece rahatlarını bozmaktan ve elde ettikleri ve aslında süfyaniler tarafından kendilerine sunulmuş olan bir nevi “sus payı” hükmündeki dünyalıklarını tehlikeye atmaktan korkmaktadırlar. Doğal olarak da süfyaniler tarafından bu davranışları desteklenmekte ve bu tiplerin sayılarının artması için toplumun damarlarına “konformizm” zehiri zerk edilmektedir.
Yazımızın uzamaması için geri kalan savunma mekanizmalarını bir sonraki yazımızda incelemeye devam edeceğimizi belirtmek isteriz. Her ne kadar bu konuyu ele alırken tek bir yazı kaleme almayı düşünmüş olsak da muhatap olduğumuz süfyanilerin yıllar boyu kurdukları tuzakları deşifre etmek gerçekten de ciddi çaba gerektirdiği için örnekleri uzatmayıp, neredeyse tanımlarla yetinmeye çalıştığımız halde konu 3 yazıda ele alınmayı gerekli kılmıştır. Bu yüzden siz değerli okuyucularımızın sabrına sığınıyoruz.